Perspektif

Alan Gelfand: Sosyalizm ve tarihsel gerçek için mücadele eden bir savaşçı

Alan Gelfand (2013) [Photo: David North/WSWS]

ABD hükümetine karşı açtığı dava, Sosyalist İşçi Partisi (SWP) içindeki FBI ve Sovyet gizli polisinin üst düzey ajanlarının ortaya çıkmasına neden olan Alan Gelfand, 29 Ekim Çarşamba günü Los Angeles’ta öldü. Alan 76 yaşındaydı.

Ölüm nedeni kanserdi. Alan’a 1986 yılında non-Hodgkin lenfoma teşhisi konmuştu. Yoğun radyasyon tedavisiyle hastalığı iyileşmişti. Ancak radyasyonun uzun vadeli etkileri bu yılın başlarında kanserin nüksetmesine yol açtı. Alan’ın fiziksel durumu kötüleşirken, ölümünden birkaç gün önce, hayatını uzatmaya yönelik tüm çabaların sonlandırılması talimatını verdi.

Alan’ın bilinci son saatlerine kadar tamamen açıktı. Yaklaşan ölümünü sakin ve onurlu bir şekilde kabul eden Alan, 50 yılını sosyalizm mücadelesine adadığı hayatından memnun olduğunu ifade etti. Alan’ın adaletsizliğe duyduğu nefret ve demokratik haklar ile eşitliği kararlılıkla savunması, sadece politik görüşlerinde değil, Los Angeles’ta kamu avukatı olarak sürdürdüğü mesleki kariyerinde de kendini gösterdi. Alan’ın avukatlık becerisi, sayısız sanığı haksız mahkumiyetten kurtardı. İdam cezasının ateşli bir karşıtı olan Alan, tek bir sanığı bile Kaliforniya eyaletinin cellatlarına teslim etmedi.

Alan’ın Temmuz 1979’da açtığı ve Gelfand Davası olarak bilinen dava süreci, o yılın ocak ayında SWP’den ihraç edilmesiyle başladı. Bu ihraç, örgütün uzun süredir liderliğini yapan Joseph Hansen’in 1938’de Sovyet gizli polisi [GPU] ile ve 1940’ta Troçki suikastının ardından FBI ile gizlice görüştüğüne dair kanıtlarla ilgili sorduğu sorulara cevap alma çabalarının bir sonucuydu. Gelfand ayrıca, parti kurucusu James P. Cannon’ın özel sekreteri Sylvia Franklin’in (evlenmeden önceki soyadı Callen, parti adı Caldwell) GPU ajanı olduğuna dair çok sayıda kanıt olmasına rağmen, Hansen ve SWP’nin onu hararetle savunmasına da bir açıklama istemişti.

Gelfand, SWP’ye 1976’da katılmış ve partinin Güneydoğu Los Angeles şubesinin önde gelen üyelerinden biri olmuştu. Ağustos 1977’de, Oberlin’de düzenlenen SWP ulusal kurultayında, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) ABD şubesi olan İşçiler Birliği tarafından dağıtılan belgeleri inceledikten sonra, Ulusal Sekreter Jack Barnes dahil olmak üzere parti önderlerine endişelerini ilk kez dile getirdi. Bu belgeler, DEUK’un Lev Troçki suikastı ve GPU’nun Dördüncü Enternasyonal’e sızmasıyla ilgili soruşturması sırasında ortaya çıkarılmıştı. Barnes, Gelfand’ın sorularına cevap verileceğini garanti etmesine rağmen, Gelfand SWP liderliğinden başka hiçbir cevap alamadı.

23 Ocak 1978’de Gelfand, parti şubesinin bir toplantısında endişelerini dile getirmeye çalıştı ancak hazırladığı açıklamanın ilk cümlesini tamamlayamadan önce, usule aykırı davrandığı söylenerek susturuldu. Gelfand altı gün sonra Barnes ve SWP Siyasi Komitesi’ne bir mektup göndererek, şube yönetimi, Los Angeles şehir örgütü ve SWP’nin önde gelen temsilcisi Peter Camejo tarafından susturulmasına itiraz etti.

Bu mektuba ve Siyasi Komite’ye gönderdiği ikinci mektuba yanıt alamayan Gelfand, SWP Ulusal Komitesi’ne 26 Mart 1978 tarihli bir mektup yazdı. Mektup şöyle başlıyordu:

Bu mektubu yazmayı hayatımda üstlendiğim en önemli görev olarak görüyorum. Bu mektup, hareketimizin tarihi ve ilkeleri üzerine yoğun ve kapsamlı bir çalışmanın ürünüdür. Bu çalışma, ilk olarak bu yaz Oberlin’de düzenlenen kurultayımızda başlayan bir dizi olaydan kaynaklanmıştır.

Bu kurultayda, İşçiler Birliği tarafından dağıtılan Bulletin’in 5 Ağustos 1977 tarihli sayısında yayımlanmış hükümet belgeleri beni derinden endişelendirdi. Bu belgeler, Joseph Hansen’ın FBI ile gizli bir ilişki kurmayı talep etmiş ve bu ilişkiyi kurmuş olduğunu gösteriyordu.

Gelfand mektubunun devamında, Barnes’ın söz vermesine rağmen SWP yönetiminin sorularına yanıt vermemesinin kronolojisini gözden geçiriyor ve Gelfand’ın sorularına defalarca “Kimin umurunda, kimin umurunda?” diye bağırarak tepki gösteren Camejo’nun tutumuna da itiraz ediyordu.

Gelfand şöyle yazmıştı:

Yoldaşlar, mektubun uzunluğundan ve yaptığım araştırmalardan da anlaşılacağı üzere, bu konuyu çok umursuyorum. Dünya çapında Troçkistleri katleden ve bugün de Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da muhalifleri bastırarak karşıdevrimci rolünü sürdüren GPU cinayet makinesini umursuyorum. …

FBI’ı da umursuyorum. FBI da 1940’larda önde gelen 18 yoldaşımızı tuzağa düşürüp hapse atmıştır. FBI, bizim hareketimiz de dahil olmak üzere bu ülkedeki tüm ilerici hareketlere sızmış ve Malcolm X, Martin Luther King ve çok sayıda Kara Panter üyesinin öldürülmesinde aktif rol oynamıştır.

Gelfand’ın mektubu şu soruların yanıtlanmasını talep ediyordu: 1) “James P. Cannon’ın özel sekreteri Sylvia Franklin, GPU ajanı mıydı?” 2) “Joseph Hansen, 1938’de SWP tarafından GPU ile birebir temas kurmak için yetkilendirilmiş miydi?” 3) “Joseph Hansen, 1940’ta FBI ile görüşmek için SWP tarafından yetkilendirilmiş miydi?”

Los Angeles’ta olgulara titiz yaklaşımıyla tanınan ve saygı duyulan seçkin bir kamu avukatı olan Gelfand, bu soruları, Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal soruşturması tarafından ortaya çıkarılan belgeleri ve ilgili kanıtları ayrıntılı bir şekilde inceleyerek destekliyordu. Gelfand, sonuç bölümünde şöyle yazmıştı:

Mektubumu nesnel bir gözle okuyan herkesin, Sylvia Franklin’in GPU ajanı olduğu ve Joseph Hansen’ın GPU ve FBI ile olan ilişkilerinin en hafif ifadeyle son derece kuşkulu olduğu ve acil ve kapsamlı bir incelemeye ihtiyaç duyduğu sonucuna varacağından eminim.

Hansen’ın bu suçlamalara verdiği yanıtları okuyan herkes, onun “cevaplarının” kaçamaklar, çarpıtmalar ve yanlış beyanlarla dolu olduğu sonucuna varacaktır.

SWP Siyasi Komitesi üyesi Larry Seigle, 7 Nisan 1978 tarihli mektubunda, Gelfand’ın sorduğu tek bir soruya bile cevap veremiyor; bunun yerine ona bir uyarı ve tehditte bulunuyordu:

Joe Hansen’a karşı suçlamalarınızı nasıl sürdürebileceğiniz konusunda bizim görüşümüzü sordunuz. Bu sorunun cevabı basit. Parti, saflarında ajan avcılığını kabul edemez ve etmeyecektir. Healycilerin iftiralarını tekrarlamanıza daha fazla müsamaha gösterilmeyecektir. …

Tekrarlıyoruz: Joe Hansen veya başka bir parti üyesi aleyhine iftiralar yaymaya yönelik atacağınız her adım, Partinin örgütsel ilkelerine aykırı olacaktır ve buna müsamaha gösterilmeyecektir.

SWP’nin bu dönemde, esas olarak tanıtım ve fon toplama amacıyla, FBI’ın 1960’larda ve 1970’lerin başında, kötü şöhretli COINTELPRO programı kapsamında ajan ve muhbirleri kitlesel olarak partiye sızdırmasıyla ilgili bir davası vardı. SWP, tek bir ajanın bile kimliğini tespit etmeye çalışmadı veya elde etmedi.

Gelfand, 18 Aralık 1978’de SWP’nin davasını desteklemek üzere bir Amicus Curiae (“Müşahit”) dilekçesi verdi. Ama SWP’nin ciddiyetsiz ve tamamen propagandist girişiminden farklı olarak, Gelfand’ın dilekçesi, yetkili Temyiz Mahkemesi’ni, ABD Adalet Bakanını “SWP içindeki eski ve şimdiki tüm muhbirlerin isimlerini açıklamaya” zorlamaya çağırıyordu. Gelfand’ın ABD hükümetinden SWP’deki ajanlarının kimliklerini açıklamasını talep etmesine öfkeyle tepki gösteren Jack Barnes, 5 Ocak 1979’da ihraç edilmesi talebiyle Gelfand’dan şikayetçi oldu. Bir hafta sonra, 11 Ocak’ta Siyasi Komite Gelfand’ı ihraç etti. Toplantıya, Joseph Hansen de katılmıştı. Hansen toplantıdan bir hafta sonra öldü. Gelfand’a Siyasi Komite’nin önüne çıkıp kendini savunma fırsatı verilmedi.

İhracına cevaben Siyasi Komite’ye yazdığı 29 Ocak 1979 tarihli mektupta Gelfand, “ihraç değil, tasfiye edildiğini ve bunun SWP tarafından değil, hükümet tarafından yapıldığını” belirtti.

Gelfand 18 Temmuz 1979’da Los Angeles’taki bir ABD bölge mahkemesinde bir medeni haklar davası açtı. Davalılar ABD Adalet Bakanı, FBI, Ulusal Güvenlik Teşkilatı (NSA) ve SWP liderliğiydi. Gelfand, ABD hükümeti ajanlarını, anayasal ifade özgürlüğü ve siyasi örgütlenme hakkını ihlal ederek onu SWP’den ihraç ettikleri suçlamasında bulunuyordu.

SWP derhal davanın reddi talebiyle bir dilekçe sundu. 19 Kasım 1979’da ABD Bölge Mahkemesi Hâkimi Mariana R. Pfaelzer’in huzurunda yapılan duruşmada Gelfand, davasının hukuki dayanağını şöyle açıkladı:

Şunu iddia ediyorum ki, hükümet, içine sızma yoluyla sadece bu siyasi partinin temsil ettiği değerleri çarpıtmaya çalışmakla kalmamış, benim gibi üyeler hükümetin sızma faaliyetlerini sorgulamaya çalıştıklarında ya susup sessiz olmamızı söylemiş ya da ısrar ettiğimizde bizi ihraç etmiştir. Parti içinde politikamızı gerçekten açıklama fırsatına sahip değiliz, çünkü hükümet, ajanları aracılığıyla bunu yapmamızı engelliyor. Birinci Anayasa Değişikliği Özgürlükleri ile ilgili savımın temelini esasen bu oluşturuyor.

Yedi ay sonra, 27 Haziran 1980’de Hâkim Pfaelzer, SWP’nin Gelfand’ın davasını reddetme talebini geri çeviren bir karar verdi. Gelfand’ın temel hukuki savını onaylayan uzun bir kararda Pfaelzer, “hükümetin davacının siyasi partisini manipüle etmesi ve ele geçirmesinin, partinin üyelerinin örgütlenme haklarına ciddi bir müdahale olduğu ve anayasal şartları karşılayamayacağı açıktır,” diye yazdı.

Dahası, SWP’nin, Gelfand’ın hükümetin partiye kimlerin üye olabileceğini belirlemesini istediği şeklindeki yanlış iddialarına karşı çıkan Pfaelzer, “hükümet, bir üyeyi, seçtiği siyasi partiden doğrudan veya dolaylı olarak ihraç edemez,” diye yazdı.

Pfaelzer, kararını “Gelfand, hükümetin müdahalesi ve kontrolü iddialarını kanıtlayamazsa, onun iddiaları duruşma olmaksızın hüküm talebine karşı dayanamayacaktır,” uyarısıyla sonlandırdı. Başka bir ifadeyle, Gelfand, delil toplama sürecinde iddialarını olgularla kanıtlayamazsa, dava duruşma olmaksızın reddedilecekti.

1982’de mahkeme tarafından Gelfand’a delil toplama sürecini etkin bir şekilde kullanmasına izin verilene kadar geçen 18 ay boyunca SWP, duruşmasız hüküm talep eden ciddiyetsiz dilekçelerle Gelfand’ın delil toplamasını engellemeye çalıştı.

1 Şubat 1982’de Pfaelzer, Gelfand’a duruşmasız hüküm ile ilgili nihai duruşma öncesinde 90 gün keşif süresi tanıdı ve duruşmayı 12 Temmuz 1982’ye erteledi. Gelfand ve avukatları, takip eden üç ay boyunca yoğun bir delil toplama süreci yürüttüler. Buna, SWP Ulusal Sekreteri Jack Barnes’ın, örgütün diğer önde gelen üyelerinin ve 1930’ların sonu ile 1940’ların başında aktif olan parti üyelerinin yeminli ifadelerini alınması da dahildi.

Gelfand ayrıca, 1937 ve 1938’de aralarında Troçki’nin oğlu Lev Sedov’un da bulunduğu Dördüncü Enternasyonal’in önde gelen üyelerinin suikasta uğramasında merkezi bir rol oynayan, kötü şöhretli GPU ajanı Mark Zborowski’nin ifadesini almaya çalıştı. Zborowski, Nisan 1982’de ifade odasına getirildi. Ancak SWP ile ABD hükümeti arasındaki aktif işbirliğiyle, Zborowski, yeni kabul edilen İstihbarat Kimliklerini Koruma Yasası’nı gerekçe göstererek, soruları yanıtlamaktan kaçınabildi.

Yine de Gelfand’ın 90 günlük delil toplama sürecinde topladığı ve 28 Haziran 1982’de SWP’nin duruşmasız hüküm talebiyle yaptığı son başvuruya karşı verilen dilekçede sunulan kanıtlar, SWP’nin hükümet tarafından kontrol edildiği yönündeki iddialarını doğruluyordu. Troçki suikastı sırasında partinin liderleri olan kişilerin de aralarında olduğu SWP üyelerinden alınan ifadeler, Hansen’ın GPU ve FBI ile yaptığı görüşmelerin ne bilindiğini ne de onaylandığını kesin olarak ortaya koydu. Hansen’ın mazeretleri yalanlardan ibaretti. Benzer şekilde, Barnes ve diğer günümüz SWP liderlerinin Gelfand’ın sorularının yanıtlandığı iddiaları da bir o kadar yanlıştı.

Duruşmasız yargılamaya karşı verilen dava dilekçesinin giriş paragrafında şöyle deniyordu:

Doksan gün süren yoğun araştırmalardan elde edilen önemli kanıtlar, Alan Gelfand’ın, 1979’da SWP üyeliğinden yargısız ihraç edildiğinde Sosyalist İşçi Partisi liderliğinin ABD hükümetiyle olan gizli bağlantısını korumak için hareket ettiğini iddia etmesini güçlü bir şekilde desteklemektedir. Partiye hükümetin sızması konusundaki ısrarlı araştırmaları, parti liderliğindeki ajanlar arasında bir kriz yaratmış ve onları, parti tüzüğünün sadık savunucuları ve sosyalist geleneğin sadık izleyicileri olarak sergiledikleri tavırla temelde bağdaşmayan bir şekilde hareket etmeye zorlamıştır.

Dilekçe şöyle devam ediyordu:

Ajanlar, belki de çok başarılı bir şekilde, uzun süre ikili oynadıklarını gizleyebilirler, ancak kaçınılmaz olarak, ajan olarak rollerine doğrudan bir tehdit algıladıklarında, maskeleri düşer. Bu nedenle, bu dava, sanıkların eylemlerinin titiz bir şekilde incelenmesine bağlıdır. Davranışları, tipik bireylerin davranışları olarak değil, sanıkların iddia ettikleri kimlikleriyle, yani Troçki’nin son derece ilkeli siyasetinin en sadık savunucuları ve takipçilerinin davranışları olarak yorumlanmalıdır. Meşru bir liderlik, SWP’nin tüzüğü ve temsil ettiğini iddia ettiği gururlu geleneklere uygun olarak, davacının sorularını yanıtlamakta hiçbir güçlük çekmezdi. Sorular, mümkün olduğunca açık ve eksiksiz bir şekilde yanıtlanırdı. Bunun yerine, davacının parti güvenliği ile ilgili konularda ısrarcı ama yerinde sorular sorması, ajanlar arasında bir kriz yaratmış ve onları maskelerini düşürmeye zorlamıştır.

12 Temmuz 1982’de Hâkim Pfaelzer, Gelfand’ın delil toplama sürecini kullanma şeklinin kapsamı ve yoğunluğundan açıkça öfkelenmiş ve şaşkınlık duymuş olsa da SWP’nin duruşmasız karar talebini reddederek davayı mahkemeye taşıdı.

Duruşmasız karar talebinin reddedilmesinden Mart 1983’teki duruşmaya kadar geçen birkaç ay boyunca, Gelfand ve avukatları, Joseph Hansen’ın GPU ile ilişkisi ve Cannon’ın sekreteri Sylvia Callen’ın (nam-ı diğer Caldwell, Franklin) gerçek rolüyle ilgili belgeleri elde etmek için mücadeleye devam ettiler.

Duruşmanın başlamasından önceki haftalarda Gelfand, New York’taki federal mahkemeye, normal 75 yıllık süreden on yıllar önce, Callen’ın 1954 ve 1958’de federal büyük jüri önünde verdiği ifadenin yayımlanmasına izin verilmesi için dilekçe verdi. Gelfand’ın dilekçesine yanıt olarak, New York mahkemesi, kamuya açıklanması konusunda karar verilmesi için tutanakların Pfaelzer’e gönderilmesini emretti.

Yargılama 2 Mart 1983’te başladı ve bir hafta sürdü. Yargılama ilerledikçe, tanık ifadeleri SWP sanıklarının anlatımını açıkça çürütürken, Pfaelzer avukatları odasına çağırarak bir görüşme yaptı. Hâkim, hukukta hiçbir dayanağı olmayan “delil üstünlüğü”nün (hukuk davasında galip gelmek için gereken kanıt düzeyi) bir yorumunu sundu. Normalde, delillerin üstünlüğü, olayların hangi tarafın versiyonunun gerçeklere dayanarak daha inandırıcı olduğuna bağlı olarak davayı kazanması anlamına gelir. Delilleri inceledikten sonra, olguları değerlendiren kişi —bu durumda hâkim— terazinin hangi tarafa, davacıya mı yoksa davalıya doğru mu ağır basacağını belirlemelidir.

Ancak Pfaelzer, sırf Gelfand’ın SWP liderlerinin onu ihraç etme kararına dair açıklaması davalıların açıklamalarından daha inandırıcı diye davayı kazanamaz, şeklinde buyurdu. Aksine, SWP, eylemlerine ilişkin herhangi bir açıklama sunabildiği sürece, bu açıklama ne kadar absürt ve olgularla desteklenmemiş olursa olsun, Gelfand “delillerin üstünlüğü” ilkesini uygulayamazdı. Pfaelzer, olağanüstü bir beyanda bulunarak, Gelfand ve avukatlarına şöyle dedi: “Sadece suçlamaların doğru olduğu gerçeğine dayanarak ‘delillerin üstünlüğü’ ilkesiyle kazanamazsınız.”

Gelfand’ın avukatları, bir hafta süren yargılama boyunca Pfaelzer’den Sylvia Callen’ın tahkikat heyetine verdiği ifadesinin tutanaklarını yayımlamasını defalarca talep ettiler. Hâkim bu talebe yanıt vermedi. Ama yargılamanın son gününde Jack Barnes, Sylvia Caldwell’e sınırsız bir övgüde bulunarak, onun SWP’de GPU ajanı olduğundan şüphelenmek için hiçbir gerekçe olmadığı konusunda diretti. Barnes şöyle diyordu:

Sadece hareket içindeyken değil, ayrıldığından beri olup biten her şey, onun eskiden neyse halen kesinlikle aynı olduğuna işaret ediyor: hareketimizin sadık, çalışkan ve örnek bir üyesi.

Gelfand’ın avukatı bu görüşünün hâlâ geçerli olup olmadığını sorduğunda, Barnes daha da kesin bir şekilde cevap verdi:

Kanımca o, geçtiğimiz birkaç yıl içinde maruz kaldığı taciz ve yaşadıklarının ardından benim kahramanlarımdan biridir.

O günün ilerleyen saatlerinde, tüm tanıklar ifadelerini tamamladıktan sonra, Hâkim Pfaelzer nihayet 1954 ve 1958 tarihli tutanakları yayımladı. Sylvia Callen yeminli ifadesinde, SWP içinde GPU ajanı olarak çalıştığını itiraf etmişti.

Duruşmada bir başka önemli delil daha ortaya çıktı. Bu, Hansen’ın yakın bir arkadaşı ve aynı zamanda SWP’nin uzun süredir üyesi olan biri tarafından Hansen’a yazılmış bir mektuptu. Mektupta Hansen’ın GPU ajanı olarak teşhis edilmiş olduğu bildiriliyordu.

Hâkim Pfaelzer, birkaç yıllık bir ertelemenin ardından, sonunda Gelfand aleyhine karar verdi. Hâkimin uzun süren sessizliği, şunu dolaylı olarak kabul ettiği anlamına geliyordu: Yargılamayı yürütme şeklini devlet ajanlarının korunmasıyla ilgili ulusal güvenlik meseleleri belirlemişti. Dahası, Pfaelzer, SWP’nin, avukatlık ücretlerini Gelfand’ın ödemesi veya başka herhangi bir şekilde maddi tazminat vermesi taleplerini hiçbir zaman kabul etmedi.

Alan Gelfand, Coyoacán'da Troçki'nin muhafızlarına liderlik eden Harold Robins ile birlikte, 1983 yılının başları.

Alan Gelfand’ın 1977’de ilk kez sorularını gündeme getirmesinden Mart 1983’te davanın sonuçlanmasına kadar yaklaşık altı yıl geçti. SWP’nin Gelfand’a avukatlık ücretlerini ödetme çabalarını nihayet 1989 yılının mayıs ayında bırakması da altı yıl sürdü. Uzun ve yorucu süreç Alan’ı büyük baskı altına soktu. Üstelik dava, Alan’ın Los Angeles’ta tam zamanlı bir kamu avukatı olarak çalışırken, son derece zor davalarda sanıkları temsil ettiği sırada görüldü.

Mesleki ve siyasi görevlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan fiziksel, zihinsel ve duygusal gerginliğin, Alan’ın 1986 baharında karşılaştığı sağlık krizine katkıda bulunduğundan şüphe duyulamaz. Ona non-Hodgkin lenfoma teşhisi kondu. Stanford Üniversitesi Tıp Merkezi’nde yoğun radyasyon tedavisi gördü. Kanser hücreleri yok edildi. Ancak radyologların aldığı önlemlere rağmen, Alan tedavinin neden olduğu yan etkilerden muzdaripti. Yine de mesleki çalışmalarına yılmaz bir kararlılık ve enerjiyle devam etti.

Halen radyasyonun zorlu yan etkilerinden kurtulmaya çalışan Alan, Britanya’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin (WRP) Şubat 1986’da Uluslararası Komite’den kopmasının ardından Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal soruşturmasını ve Gelfand Davası’nı reddetmesiyle de uğraşmak zorunda kaldı. Alan, WRP lideri Cliff Slaughter’a 22 Şubat 1987 tarihli açık mektubunda şöyle yazıyordu:

Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal’e tamamen aşinasınız; WRP ve UK [Uluslararası Komite] yayınları, sizin bu soruşturmaya başından beri yakından dahil olduğunuzu gösteriyor. Temel güvenlik konularındaki geniş bilgi birikiminiz ve kavrayışınız sayesinde, kendi izninizle, Los Angeles federal mahkemesine sunduğum tanık listesine, topladığım kanıtların siyasi ve tarihi sonuçları hakkında ifade verecek bir uzman olarak dahil edilmiştiniz.

Gelfand şöyle devam ediyordu:

Ama şimdi siz, siyasi veya olgusal olarak hiçbir açıklama yapmadan ve davayla ilgili yeni endişeleriniz hakkında bana danışmadan, ajanların hâkim olduğu SWP’nin çizgisini neredeyse kelimesi kelimesine benimsediniz. WRP liderlerinin davayla ilgili şüpheleri varsa, neden hiç benimle iletişime geçmeyi önermediniz, anlayamıyorum. Sonuçta, ben bu soruşturmaya yıllarımı adadım ve şahsen büyük riskler aldım. …

Troçki suikastı ve Dördüncü Enternasyonal’e emperyalizm ve Stalinizm ajanlarının sızmasıyla ilgili olguları ortaya çıkarmak için hayatımı ve siyasi itibarımı tehlikeye attıktan, WRP’deki siz ve diğerlerinin Güvenlik [ve Dördüncü Enternasyonal] konusunda yıllar boyunca yazdıklarının doğruluğunu savunduktan sonra, tarihi gerçeği ortaya çıkarmak için yakın işbirliği içinde olduğum kişiler tarafından sırtımdan bıçaklandığımı görüyorum.

Bunu kişisel bir mesele olarak ya da herhangi bir şekilde şikâyet etmek için gündeme getirmiyorum. Kesinlikle hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum. WRP içindeki patlamaları önceden tahmin edebilseydim ve sizin kendi evriminizi öngörebilseydim bile, bu beni SWP içinde mücadeleye başlamaktan ve ihraç edildikten sonra, işçi hareketinin çıkarları için tehlikeli bir komployu ortaya çıkarmak üzere demokratik haklarımı kullanmaktan alıkoymazdı. Ancak, siyasi güvene karşı vurdumduymaz ihanetiniz, önemli bir sınıfsal meseleyi gündeme getiriyor. Aklı başında hangi işçi, liderleri anlık fraksiyonel çıkarlar uğruna fikrini değiştiren ve arkadan bıçaklamaya hazır olan bir örgüte güvenebilir ki?

Troçkizm, Marksizm ve devrimci sosyalizmle olan tüm siyasi ve entelektüel bağlarını koparma sürecinde olan Slaughter, Alan’ın mektubuna hiçbir zaman cevap vermedi.

Alan Gelfand (2004) [Photo: David North/WSWS]

Ölümünün ardından Alan’ın sosyalist siyasete katılımının gözden geçirilmesi, kaçınılmaz olarak, onun adını taşıyan davadaki merkezi rolüne en büyük vurguyu yapmayı gerektiriyor. Ancak sosyalizm mücadelesine yaptığı katkının Gelfand Davası ile sona ermediğinin vurgulanması gerekir. Hayatının geri kalan yaklaşık kırk yılı boyunca Alan, Troçkist hareketin inşası için yorulmak bilmeden mücadele etti. Günlük siyasi faaliyetleri, avukatlık yapmaya devam ettiği Los Angeles’ta yoğunlaşmış olsa da Alan’ın olağanüstü nesnelliği ve muhakeme yeteneği, Sosyalist Eşitlik Partisi için ölçülemez öneme sahip bir entelektüel kaynak oluşturuyordu. Alan, SEP’in son ulusal kongresinde, parti içi soruşturmaları yürütmekten sorumlu kontrol komisyonuna seçilmişti.

Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne aktif biçimde katkıda bulunan Alan’ın 100’ün üzerinde makalesi bulunmaktadır. Alan Gilman mahlasıyla çok çeşitli konularda, özellikle de sporla ilgili konularda yazılar yazdı. Kendisi bu konularda ansiklopedik düzeyde bilgiye sahipti.

Alan’ın 9 Mayıs tarihli, sondan bir önceki makalesinin başlığı “Trump, Alcatraz’ı ve Amerika’nın Guantanamo’sunu yeniden açmayı öneriyor” idi. Alan bu planı “iğrenç ve açıklayıcı” diyerek kınamıştı:

Bu, ülke genelinde hapishaneler gibi benzer toplama merkezlerinin inşasını normalleştirecektir. Ve bu, Amerikan kapitalizminin krizine çözüm olarak acımasız baskıya yönelik temelde sadistçe bir meşgalenin göstergesidir; bu yaklaşım sadece Trump tarafından değil, tüm egemen sınıf tarafından paylaşılmaktadır.

Alan, siyasi ve hukuk çalışmalarında olağanüstü bir objektiflik ve analitik beceri sergiledi. Ama onun olağanüstü entelektüel yetenekleri, son derece insancıl bir kişiliğin yansımasıydı. Kamu avukatı olarak Alan, haksız yere suçlananların beraat etmesi için tutkuyla mücadele ederdi. Ancak çok sayıda suçlayıcı delille karşı karşıya kalan sanıkların demokratik haklarını savunmak konusunda da aynı kararlılığı gösterirdi. Alan, onlara “canavarlar” olarak değil, sosyal bir trajedinin içinde sıkışıp kalmış, düşmanca ve baskıcı bir toplumun kurbanları olarak bakarak, derin bir empati duygusu sergilerdi.

Uzun mesleki hayatının son dönemlerinde Alan, idam cezası davalarında sanıkları temsil etmekle görevlendirildi. Tüm bu davalarda, sanıklar ciddi psikolojik bozukluklardan muzdaripti. İtham edildikleri suçlar gerçekten korkunçtu. Ancak Alan, Kaliforniya Eyaleti’nin akıl hastası bir kişinin irrasyonel eylemine ölüm cezası talep ederek yanıt vermesine öfkelenmişti. Alan, sanıkların hayatlarını kurtarmak için yılmadan mücadele ederdi ve kendisine atanan her davada kana susamış bölge savcılarına karşı galip geldiği için gurur duyardı.

Siyasi ve hukuki çalışmalarının getirdiği tüm basınçlara rağmen, Alan harika ve doyurucu bir özel hayat sürdürdü. 37 yıldır birlikte olduğu eşi Roseanna, Alan’ın hayatına büyük bir mutluluk kattı. Alan tarafından SEP ile tanıştırılan Roseanna, kendi deneyimleri ve inançları temelinde partinin üyesi oldu.

Alan’ın hayatının son yılı, tekrarlayan sağlık krizleri ve fiziksel acılarla geçti. Buna rağmen, hayata karşı iyimser bir bakış açısını korudu. Hayatını adadığı davanın devam edeceğine inanıyordu. Alan, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal konulu 2025 çevrimiçi uluslararası yaz okuluna katıldı.

Okulun açılışından iki hafta önce, 15 Temmuz’da Alan’a bir mektup yazdım:

Partinin, Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal’i yoğun bir şekilde ele alacak olan uluslararası yaz okulunun hazırlıklarını büyük bir ilgiyle takip ettiğinizi biliyorum. Okulun birkaç oturumu, sizin adınızı taşıyan davanın dikkatli bir şekilde incelenmesine ayrılacak. Gelfand Davası, Troçki suikastına yol açan komploya ve Dördüncü Enternasyonal’e yapılan Stalinist-emperyalist birleşik saldırıya yönelik Uluslararası Komite soruşturmasını ve ifşasını doğrulayıp haklı çıkarmayı mümkün kılmıştır. Federal bölge mahkemesinin düşmanca ortamında görülen bu tarihsel olarak eşi benzeri görülmemiş dava, sizin cesaretiniz, kararlılığınız ve tarihsel gerçeğe olan sarsılmaz bağlılığınız olmasaydı mümkün olmazdı.

Sosyalist İşçi Partisi yönetimine ilk kez can alıcı sorular yöneltmenizden bu yana neredeyse 50 yıl geçti. Bu sorularla Hansen’ın GPU ve FBI ile olan ilişkilerinin kanıtlarına yanıt verememelerine meydan okudunuz. Aradan geçen zaman, bu eylemleriniz geniş kapsamlı önemini kanıtlamıştır. Uluslararası okula katılacak öğrenci kadrolarının neredeyse tamamı, 1983 Mart’ındaki Gelfand Davası’ndan yıllar, hatta on ya da yirmi yıl sonra doğdu. Senin bu kadar merkezi bir rol oynadığın mücadelenin incelenmesi, gelişen yeni devrimci işçi ve gençlik kuşağı için kritik bir bilgi ve ilham kaynağıdır ve öyle de devam edecektir.

Alan, sen kalıcı öneme sahip muhteşem bir hayat sürdün. Hayatına ve başarılarına memnuniyetle bakmaya her türlü hakkın var.

Bense, Alan, bunca yıldır senin dostun ve yoldaşın olmaktan gurur duyuyorum.

Ölümünden sadece birkaç hafta önce Alan, SEP Ulusal Sekreteri Joseph Kishore’a şöyle yazmıştı:

Siyasi olarak çok yoğun ve heyecan verici bir dönem. Tek üzüntüm, insanın en büyük başarısının, dünya sosyalist devrimini gerçekleştirme sürecinin ortasında bu dünyadan ayrılmak zorunda kalacak olmam ama bu görevi senin ve diğer pek çok kişinin üstleneceğini bilmek içimi rahatlatıyor.

Alan, bir yoldaşına ve yakın arkadaşına son sözlerinde şöyle dedi: “Veda etmek zor. Ama kalbimde sevinç, yüzümde gülümseme var; harekete ve yoldaşlarıma güveniyorum.”

Alan Gelfand asla unutulmayacak. Dördüncü Enternasyonal’in tarihinde ve yoldaşlarının kalbinde yeri sağlamdır.

Loading